1 Ocak 2011 Cumartesi

It's a Wonderful Life

It’s a wonderful life, en sevdiğim yönetmenlerden Frank Capra’nın en sevdiğim filmi. Philip Van Doren Stern 'in “The Greatest Gift” isimli hikâyesinden uyarlanan 1946 yapımı bir film. Başrollerinde döneminin en yakışıklı, başarılı ve sevilen oyuncularından biri var, James Stewart.

George Bailey, Bedford kasabasında yaşayan ve sürekli seyahat etme hayali olan biridir. Çocukluğundan itibaren seyahat edeceği günlerin hayali ile yaşamıştır. Kardeşinin evlenip farklı bir kasabaya taşınması nedeniyle babasından kalan Bailey İnşaat ve Kredi Birliğinin başına geçmek zorunda kalır. Bu geçiş seyahat, üniversite ve mimarlık hayallerinin de sonu olmuştur. Bedford’ta kalmanın tek getirisi çocukluğundan itibaren kendisine aşık olan Mary ile evlenmesi olur.

Bailey İnşaat, kasabanın kötü adamı Potter tarafından yapılan tacizlere ve ekonomik sıkıntılara rağmen kasaba halkının büyük çoğunluğunu ev sahibi yapmayı başarır. Potter, neredeyse kasabadaki tüm dükkanları ve bankayı dahi ele geçirmeyi başarmış bir bankerdir. Her yenilgiden sonra biraz daha öfkelenip daha fazla açık yakalamaya çalışır. Açığı yakalaması ise uzun sürmeyecektir.

Bailey İnşaat’ın ortaklarından Billy Amcanın yaptığı bir unutkanlık nedeniyle firmaya ait önemli bir para Potter’ın eline geçer. Potter bu fırsatı sonuna kadar kullanır ve hesaplardaki açığı banka müfettişlerine haber verir. Paranın bulunamaması hem şirketin iflasına hem de George’un hapis cezası almasına sebep olacaktır. Tüm gün boyunca aradıkları halde parayı bulamazlar. Billy Amca parayı nerede bıraktığını hatırlayamaz. İflas ve hapis düşüncesinin yaşattığı strese dayanamayan ve çözüm bulamayan George, intihar etmeye karar verir.

Tam denize atlamayı düşündüğü esnada kendisini kurtarmak için yer yüzüne gönderilen Clarence ondan önce suya atlayıp George’un kendisini kurtarmasını ve dolayısıyla da intihardan vazgeçmesini sağlar. Clarence, henüz kanatlarını almaya hak kazanamamış 2.sınıf bir melektir. Tanrı ile yaptığı anlaşmaya göre kanatlarını alabilmesi için George’u ikna etmek ve yaşamının değerini ona göstermek zorundadır. Bunu sağlayabilmek için, öncelikle George’u kendi varlığına inandırması gerekmektedir. Ancak bu sandığı kadar kolay olmaz. Ardından George’un “keşke dünyaya hiç gelmeseydim” düşüncesini dile getirmesi ile ona eğer dünyaya gelmemiş ve yaşamamış olsaydı, sevdiklerinin ve yaşadığı dünyanın nasıl bir yer olacağını göstermeyi dener.

Filmin açılış sahnesinde birçok insanın sadece tek bir insanın iyiliği için dua ettiği ve ardından Tanrı ile meleğin konuşmaya başladığını görürüz. Bu sahne, filmi dönemine ait diğer filmlerden ayırmak için yeterlidir sanırım. George ile Clarence’ın tanışması ile finale yaklaşılan her sahne ise enfes bir tat bırakmaya başlar. İçinize işleyecek olan bu “mutlu” filmi izlemek için –daha fazla- gecikmeyin.


AJANDA Aralık sayısı yazımdan alıntıdır.