9 Kasım 2016 Çarşamba

Ekim Notları


Grip halsizliği sandığım ancak inadı bırakıp doktora gidişim sayesinde öğrendiğim zatürre başlangıcı ile çevrelenmiş bünyemden merhaba. Aslında halim yok ama bu yazı uzun zamandır bekliyor, artık unutmaya başladığım için panik halinde yazmalıyım dedim ve buradayım.

Dün hastanede tahlil sonuçlarını beklerken ve elbette hayatımın hastanelerde geçen büyük kısmı kafamda dönüp dolaşır ve beni mutsuz ve daha da tatsız biri haline getirirken pencerede gördüğüm bir an aklıma izlediğimiz filmlerden bir sahne getirdi. Sararmış yapraklı ağaçlar rüzgarda salınıp duruyor ve hastane kafesinde açık olan televizyondan İstanbul’da fırtına olacağına dair bir haber okunuyordu. O an sanki bir Hollywood filmi sahnesiydi, birazdan fırtına hortuma dönüşecek ve hastanede kalan, hayatı boyunca birbirlerini görmemiş insanlar hayatta kalmak için çabalayacak gibiydi. Kafamın içi öyle doluydu ki o an yaptığım ilk şey defteri ve kalemi çıkartıp gelişigüzel yazmak oldu, biraz da o anın etkisi ile buradayım şu an.

Neyse ne diyorduk, Ekim Notları. Dediğim gibi unutmaya başladığım için sosyal medyanın nimetlerinden faydalanıp yer bildirimlerimin sırasında yazmaya çalışacağım.

Efendim tiyatro sezonumuzu 1 Ekim’de, Moda Sahnesi’nin yeni oyunu olan “Torun İstiyorum” ile açtık. Moda Sahnesi oyunlarına olan hislerimi daha önce defalarca paylaştım. Her oyununu izlemek isteyeceğim kadar yüksek kredisi olan ekiplerden ancak şu ana kadar oyunları ele alış şekillerinden haz etmediğimi söylemiştim. Bu oyun fikrimi değiştirmese de bu hisse ara verdi, şu ana kadar sahnelerinde izlediğim ve karikatürize edişlerinden keyif aldığım bir oyun oldu. Nazan Kesal’ı da ilk kez sahnede izledim ve çok sevdim.

Ertesi gün yine Moda Sahnesi’nin minik salonunda Fatih Akın’ın yeni filmi Elveda Berlin’i izledik. Yönetmenin diğer filmlerinden biraz farklı ama biz pek sevdik.

3 Ekim’de yine ani bir dürtü ile kendimizi ada vapurunda bulup bu kez Burgazada’yı gezdik. Fakat mevsim daha soğumadığı halde iyice ıssızlaşmış bir ada gördük. Kahve içmek istediğimiz kafe kapalıydı, sokaklar ve evler boştu. Gerçi bu sessizlik iyi geldi, biraz kafa dinledik, Ergün Pastanesi’nde tatlı yiyip çay içtik, dönüş yolu öncesinde vapuru beklerken de biramızı içip dinlendik. Diğer adaların kalabalığından sonra iyi geldi.


Bir günlük kafa dinleme seansı yetmeyince kendimizi yine Ağva’da bulduk. Bizim için İstanbul’a yakın bir tatil beldesi tanımından daha fazlası, Ekim ayında kaçış noktamız, kısa sürede bir sürü anı biriktirdiğimiz ve her yağmurlu günde aklımıza gelip bizi gülümseten bir yer haline geldi.



Bir sonraki gün en sevdiğimiz etkinliklerden Filmekimi başlıyor olsa da 7 Ekim’i de sinemasız geçirmedik. Önce Kadıköy’de en sevdiğim kahvecilerden olan Montag’da güzel birer kahveyle kendimize geldik. Sonrasında ise istikamet yine Moda Sahnesi idi. Başka Sinema filmlerinden Little Men isimli filmi izledik. İzlerken fena hissetmedik ama finalde yorumumuz “eh yani” şeklindeydi. Filmden çıkınca Moda’da sevdiğimiz bir kafeye giderken yanlış bir sokağa girip daha güzel bir yerle karşılaştık adı Pişi. Kahvaltısı ve pişileri çok güzeldi, tekrar gidilesi yerlerden bizim için. Akşam için bale biletimiz vardı, etkinlik saatini beklerken kitap okuyup dinlenebilmek için Piraye Kafe’ye geçtik, havanın da güzel olmasını fırsat bilerek dışarıda oturup keyif yaptık biraz. Bale için mekana gittiğimizde küçük çaplı bir daralma krizi geçirdiğim için etkinliği izleyemeyip sezonun ilk biletini de sayemde yakmış olduk!



8-11 Ekim tarihleri arasında Filmekimi ve İstanbul Kahve Festivali ile günler dolu ve keyifli geçti. Filmekimi en sevdiğimiz etkinliklerden, çok fazla filme bilet almasak da tadını çıkartmayı bildik. İzlediğimiz filmler arasında en etkileyici olan aynı zamanda festivali açtığımız film, I Daniel Blake idi. Abartısızca söylüyorum hala etkisi altındayım, aklıma geldikçe gözüm doluyor. Filmden sonra yeni kahveler deneyip keyif yapmak amacıyla İstanbul Kahve Festivali’nin düzenlendiği mekana gittik ama keyif ne mümkün! Maalesef çok kalabalıktı, alanın büyüklüğü bile yetmemişti. Bu zor şartlar altında içtiğimiz kahvelerden ne kadar keyif aldık anımsamıyorum bile.


Sanırım 4-5 yıl kadar önce, Küçüksahne’de izlediğim bir DT oyunu vardı, o zamanlar bilet almak kolaydı. Belki tiyatro henüz bu kadar ilgi görmüyordu bilemiyorum ama sonrasında oyuna yer bulmak neredeyse imkansız hale geldi. Bahsettiğim oyun Profesyonel. İzlemiş olmama rağmen bir kez daha izlemek istediğim, hatta kardeşim ve sevgilim de izlesin diye bilet kovaladığım güzelim oyun. Nihayet bir kez daha bilet bulmayı başardık ve izledik. Öncesinde ise Tim Burton’un yönettiği Bayan Peregrine’in Tuhaf Çocukları isimli uyarlamayı izledik. Kitabı okumadığım için uyarlanışı konusuna yorumum yok ancak film olarak iyiydi, keyif aldık.

23 Ekim’de Ortaköy Yetimhanesi’nde yer alan Foto İstanbul sergisini görmeye gittik. Aslında birden fazla alana yayılmış bir etkinlikti ancak hepsine gitme şansımız olamadı bu nedenle en çok merak ettiğimize gitmeyi tercih ettik. Yetimhane binası tam korku filmi mekanı haline gelmiş. Ancak burada sergi fikri kimin aklına geldiyse kutlarım çünkü gerçekten yakışmış ve etkileyiciliğini artırmıştı.


Ekim genel olarak yoğun ve keyifliydi. Yazın sıkıcılığından sonra hem havanın yavaşça soğuması hem de etkinliklerin çoğalmasıyla genelde yılın en hareketli ayıdır benim için. Bu yıl da durum değişmedi ve sevgilimin de eşliği ile çok daha keyifli bir hal aldı.

Şimdilik bu kadar ben gidip Kasım notlarını hazırlamaya başlayayım, bu üşengeçlik ile Aralık ortasına ancak yetiştiririm sanırım.