29 Aralık 2011 Perşembe

Karışık...



- Öncelikle çekiliş sonuçları. (bkz: ilk foto) Sevgili kutupayusu ve yaprak, adresinizi yandaki e-posta adresime beklerim :)




- Yaklaşık iki yıl önce aniden karar vermiştim blog yazmaya, bu kadar keyifli şeyler yaşayacağımı bilseydim çok daha önce başlardım. Açtığım günden beri takip ettiğim ve fotoğraflarına terapi dediğim, sevgili Eda'nın sürprizi için ne desem az. Beni çok yakından tanısaydı ancak bu kadar uygun bir hediye seçebilirdi. Detaylara da bayıldım. Çok teşekkür ederim.


Şimdi de biraz entel yeni yıl dileği ve eski yıl muhasebesi...

- Yeni yıla yaklaşık 90 okunmamış kitapla giriyorum, bu yıl kitapların hepsi bitecek !

- Sherlock Holmes A Game of Shadows'u izledim ve çok sevdim.

- Bu yıl beni en çok etkileyen kitap John Fowles'tan Koleksiyoncu, film ise Martin Scorsese'tan Hugo oldu.

- Yeni yılda Bomba ve Yangın Duası yeniden sahnelensin, lütfen !

- Al Pacino, Venedik Taciri ile İstanbul'a gelsin!

- Tom Waits bu yaz İstanbul'da konser versin.

- Woody Allen İstanbul Film Festivaline gelsin ve söyleşisi vs olsun.

- Red Hot Chili Peppers konser haberi doğru olsun!

- Bir de sağlık ve mutluluk eksik olmasın.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Kitap...



Bahane bulmak istesem en az on tane sayabilirim sanırım ama gerek yok. Kitap aldığında ya da kendisine hediye edildiğinde mutluluktan deliren biri olarak bu sevinci başkaları ile paylaşmak istiyorum. Takip eden, etmeyen, geçerken sayfaya uğrayan yani kısacası herkese açık bir çekiliş bu. Gönlüm çok daha fazlasını isterdi ama elimde iki kitap var. İki sevdiğim yazardan, henüz benim bile okumadığım...

"Ben bu kitabı okumayı isterim" diyen varsa parmak kaldırsın :)

10 Aralık 2011 Cumartesi

Polaroid

Yakın zamanda edindiğim bir Polaroidim var henüz film alamadığım için hiç kullanamadım. Ancak sevgili Ceren'in tavsiye ettiği Pola programı sayesinde birkaç tane fotoğrafımı polaroide dönüştürebildim. Polaroid fotoğrafları çok seviyorum. En basit görüntü bile sevimli hale gelebiliyor sanırım.












16 Kasım 2011 Çarşamba

Günün Notları

- Uzun zaman olmuş dırdır etmeyeli.

- Sonbahar, rüzgar ve yağmuru sevdiğimi söylemiş miydim ?

- Tiyatro sezonumu açtım, bol ve kaliteli oyun izleyebileceğim bir sezon olsun.

- Güzel filmler izledim sinemada bu aralar; Bir Zamanlar Anadolu'da, Paris'te Gece Yarısı, Tenten, Behzat Ç... Bir o kadar da izlenecek film var.

- Diziler de başladı.

- Az kitap okuyorum bu aralar, yok denecek kadar. Ama eski hızıma dönerim yakında.

- Bugün yağmur altında yürüdüm biraz, iyi geldi.

- Aralık gelse de ortalık şenlense biraz. Yılbaşı, kırmızı, yeni yıl kararları, hediye telaşı... Güzel şeyler bunlar.

- Kitap fuarı başladı ama gitmeye üşeniyorum sanırım!

- Fotoğraflarla Atatürk sergisi 10 - 24 Kasım 2011 tarihlerinde Pera Müzesinde. Gitmeli.

- D&R'da İstanbul ile ilgili kitap ayraçları, kalem kutuları, bardak altları var. Mutlaka bakmalı.

- Postcrossing ile gelen kartlarım kutu dolusu oldu, mutluyum.

- Barış Bıçakçı - Sinek Isırıklarının Müellifi, Alexander McCall Smith - Bertie'nin Dünyası ve Etgar Keret - Buzdolabının Üstündeki Kız alınacaklar listemde ilk sıralarda.

- Blogumu 16/11/2009 tarihinde yazmaya başlamışım, 2 yıl olmuş.

7 Kasım 2011 Pazartesi

Şark Dişçisi

Engin Alkan ve Çağlar Çorumlu'yu Yedi Numara'dan beri çok çok sever içinde oldukları her yapımı takip etmeye çalışırım. (Sahi ne güzel bir kadro ve diziydi o?) İsimlerinin olduğu her oyuna daha konusunu okumadan biletimi alırım. Şehir Tiyatrolarının en sevdiğim yönlerinden biri ikisinin de o çatı altında olması.

Yeni sezon için keyifli bir oyunları var, Şark Dişçisi. Kendinden oldukça büyük bir kadınla (Sevil Akı) parası için evlenen çapkın Şark Dişçisi'ni (Çağlar Çorumlu) anlatıyor. Tabi sadece bu değil, aşıklar, figüranlar, canlı müzik, eğlence yani üç saat gülmek için gereken herşey var.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Haftasonu...

Biraz film...



Biraz müzik...





Biraz sanat...





Biraz kitap...



Biraz alışveriş...



Doğadaki güzelliklere şaşırmak ve şükretmek...







Biraz nostalji, hergün geçilen yoldaki keyifli detayların farkına varmak...





Bazen de kaçıp gitme isteği...

26 Ağustos 2011 Cuma

Amcam Oswald - Roald Dahl

Kitap, Oswald Hendryks Cornelius’un hızlı ve hareketli yaşamını anlattığı günlüklerinin bir kısmından oluşuyor.


“Oswald Amcamı bir kez daha anmak istiyorum. Amcam, yani müteveffa bilgiç, çelebi, örümcek, akrep ve baston koleksiyoncusu; opera aşığı, Çin porseleneleri uzmanı, çapkın ve hiç kuşkusuz tüm zamanların en büyük baştan çıkarma uzmanı Oswald Hendryks Cornelius’tan söz ediyorum.”


Oswald, 17 yaşındayken Cambridge’deki Trinity Kolejinden burs kazanır. Ancak bursu kullanabilmesi için 18 yaşında olması gerekir. Bir yıl boyunca Fransa’da dil eğitimi almaya karar verir. Bu karar aslında tüm hayatını değiştirecek olayların başlangıcı olacaktır.

Fransa’ya gitmeden bir gece önce babasının arkadaşı Binbaşı Grout’un anlattığı bir olayın etkisiyle tüm hayatı değişecektir. Binbaşı, Sudan’da rastladığı ve Sudan Kabarcık Böceği olarak adlandırılan bir tozdan bahseder. Bu tozun çok küçük bir parçası bile 9 dakika içerisinde bir erkeği delirtmektedir. Oswald, Sudan’a giderek bu tozdan alır ve katıldığı davetlerde el altından satmaya başlar. 17 yaşında biri için fena sayılmayacak bir servete sahip olur.

“ Büyük servetler, miras yoluyla kalmamışsa, çoğunlukla dört yoldan elde edilirler; hileyle, yetenekle, içgüdüsel kararlarla ya da şansla. Benimki bu dördünün de karışımıydı. İyi dinleyin, ne dediğimi anlayacaksınız.”

Servetini artırma yollarını aradığı bir dönemde karşılaştığı Profesör Woresley’in önemli bir buluşunu öğrenir. Bu buluştan faydalanmak için bir plan hazırlar ve hem profesörle hem de Yasmin isimli bir kadınla anlaşır. Kimler yoktur ki planın kurbanları arasında; Freud, Picasso, Bernard Shaw, Sir Arthur Conan Doyle, Puccini, Monet, Einstein, birçok ülke kralı ve daha niceleri.

Amcam Oswald, biraz abartılı, çoğunlukla saçma ancak bir o kadar eğlenceli bir kitap.



Ajanda Dergi Ağustos sayısı yazımdan alıntıdır.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Barış Bıçakçı

“ Sen yine kendini sevdin. Bense onu sevdim ! ”

Ender ve Çetin, biri kel diğeri göbekli iki sıkı dost. Araya zorunlu ayrılıklar girse de en sonunda bir araya gelmeyi başarıp aynı evde yaşamaya başlarlar.

Ender, çevirmendir. Aynı zamanda kitabın anlatıcısıdır. Çetin ise mühendistir ve hergün karşılaştığımız insanlardan biridir, sıradandır.

Çocukluk arkadaşları, Amerika’da yaşayan Fikret tatil için Türkiye’ye geldiğinde ailesi ile birlikte bir trafik kazası geçirir. Tatil bitip dönmesi gerektiğinde ise üniversitede okuyan kardeşi Nihal’i emanet edebileceği iki insan vardır, Ender ve Çetin.

Kendi dünyalarında yaşamaya alışan ikilimiz için bir misafirle zaman geçirmek kolay olmaz. Nihal’e nasıl davranmaları gerektiğini bilemezler. Ancak ilk günlerde onlara uzak duran Nihal’in kendilerine yakınlaşması ile bir aile ortamı oluşur ev içinde. Fakat bu durumda uzun sürmez çünkü hem Ender hem de Çetin, Nihal’e aşık olur.

“ Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir ? ”

Bu muhteşem cümleyle başlıyor kitap. İki erkeğin aynı kadını nasıl farklı görebildiğini, aşklarını nasıl kendi içlerinde yaşatıp, dostluklarına zarar vermediğini anlatıyor.

Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, bloglarda daha önce görmüş olsam da okumamda en büyük etken filmin fragmanıdır. Ancak daha ilk yirmi sayfasında karar vermiştim yazarın diğer kitaplarını okumaya. Benim için ilk yirmi sayfa yeterli bir referans olmuştu.


“ Benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum, hala öyle ! ”

“ Sessizlik, üzerinde onu eksilten değil tamamlayan bir şey olarak duruyor.”

“ O da anlamıştı herhalde ikimizden bir adam olacağını, benimle konuşulacağını seninle yaşanacağını.”

“ Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu.”

“ Biz seninle pek konuşmuyor, rolümüzü oynuyorduk. Seni bilmiyordum ama ben makyajımı silip yatağa her girdiğimde, Nihal’in samimi ve kararlı bir hamleyle bu oyunu bizim yerimize bitireceğini hayal ediyordum. ‘Ne yapıyorsunuz siz!’ diye azarlayacaktı bizi küçük kızımız, ‘Anlamıyor musunuz, atmosferde Çetin ve Ender gitgide azalıyor, yakında nefes alamayacağım, görmüyor musunuz?’ Biz de bu oyuna bir son veriyoruz, normal halimize dönüp o yaşamsal bileşiği tekrar oluşturuyoruz: Çetinikisalakenderdört.”





Ajanda Dergi Ağustos sayısı yazımdan alıntıdır.

29 Haziran 2011 Çarşamba

Roma'da Yedi Cinayet - Guillaume Prévost

1514 yılında Roma şehir meydanında, Marc Aurele Sütunu üzerinde bir erkek cesedi bulunur. Ancak bu cesedin başı yoktur ve kimliğini tespit etme olanağı sağlayan herhangi bir ipucu da yer almamaktadır. Ayrıca bir önceki gece meydanda yapılan maskeli festival nedeniyle katili bulmak neredeyse imkansızdır.

Katil, sütunun içerisindeki duvara, kurbanın kanıyla bir mesaj bırakmıştır. Ancak mesaj yarımdır ve ilk bakışta anlamsız görünmektedir. Birkaç gün sonra katil yazılı bir mesaj göndererek kurbanının ismini açıklar ve bu cinayetlerin devamının geleceğini bildirir. Mesajın doğruluğu ise kısa bir süre sonra anlaşılır. Bu kez Phocas Sütunu üzerinde yaşlı bir erkek cesedi bulunur. Bu kurbanların ortak noktaları günahkar olmalarıdır.

Polis yüzbaşı Barberi, cinayetin çözümlenebilmesi için eski Roma polis müdürünün oğlu genç tıp örencisi Guido Sibaldi ve üstat Leonardo da Vinci’den yardım ister. Üstat ve Sibaldi, tüm ipuçlarını bir araya getirip olayı çözmeye çalışır. Ancak zaman geçtikçe cinayetler artmakta ve Roma halkının sabrı azalmaktadır.

Sibaldi ve Guido, katilin Hieronymus Bosch’a ait bir eskizi canlandırdığını ve bu resimde toplamda 7 cinayet olduğunu keşfeder. 6. cinayet sonrasında tüm ipuçlarını bir araya getiren Barberi, Sibaldi ve Leonardo katili bulmayı başarır fakat bu başarı 7. cinayetin gözlerinin önünde işlenmesine engel olmayacaktır.

Polisiye, felsefe, tıp, resim, tarih, din ve gizemin bir arada olduğu keyifli ve sürükleyici bir kitap. Ayrıca yazarı Guillame Prevost’un ülkemizde yayınlanan tek kitabı.




AJANDA Dergi Haziran sayısı yazımdan alıntıdır.

24 Mart 2011 Perşembe

Kirpinin Zarafeti - Muriel Barbery

Renee, müzik, felsefe, edebiyat ve resim meraklısı, Japon sineması hayranı ve Rus edebiyatını seven bir kapıcıdır. Tolstoy’dan esinlenerek isim verdiği kedisi Lev ile yaşamaktadır. Tek dostu Portekizli temizlikçi Manuela’dır.Kendisini şu şekilde tanıtır;

“Elli dört yaşındayım. Yirmi yedi yıldan beri Grenelle Sokağı 7 numaranın kapıcısıyım. İç avlusu ve bahçesi olan bir konut bu. Son derece lüks sekiz daireye bölünmüş, hepsinde oturuluyor, hepsi dev gibi. Ben dul bir kadınım. Ufak tefek, çirkin, tombul biriyim. Eğitim görmedim. Kendimi bildim bileli yoksul, ölçülü ve önemsiz biri oldum. Kedimle birlikte yalnız yaşıyorum. Tembel, kocaman bir erkek kedi. Birbirimize benziyoruz; ikimiz de kendi hemcinslerimizin arasına katılmak için pek bir çaba sarf etmeyiz. Daima nazik olsam da ender olarak sevimlilik gösterdiğimden beni sevmezler, ama yine de bana hoşgörü gösterirler; çünkü ben toplumsal inancın apartman kapıcılığına dair bir araya getirdiği paradigmaya gayet iyi denk düşüyorum: Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel yanılsamayı döndüren sayısız çarktan biriyim.”

Apartman sakinlerinin gerçek kişiliğini anlamaması için çabalayıp, sıradan bir kapıcı gibi davranır. Hatta kitap okuduğu zamanlarda bunun farkedilmemesi ve televizyon izlediğinin düşünülmesi için apartman girişine yakın yerde televizyonu açık bırakır. Onun farklı biri olduğunu anlayan tek kişi ise Paloma’dır.

“Bayan Michel'de kirpinin zarafeti var; dışarıdan dikenlerle zırhlı, tam bir kale, ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan bir rafinelik var. Onlar haksız yere duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız ve korkunç bir şekilde zarif hayvanlar.”

Paloma, yetişkinlerin dünyasını çok erken çözmüş ve hayata dair beklentisi kalmamış, on üçüncü yaş gününde intihar etmeye karar vermiş, hatta bunun için plan yapmış, zeki bir kız çocuğudur. Aynı apartmanda olmalarına ve benzer şeylere ilgi duymalarına rağmen yolları kesişmeyen ikilinin yollarını kesişmesini sağlayan kişi ise apartmana yeni taşınan 60 yaşlarındaki Japon beyefendi Kakuro Ozu’dur. Ozu, hem Renee hem de Paloma ile arkadaş olur.

Kitabı iki bölüm olarak düşünmek mümkün. Ozu ile tanışma öncesi bölümde hem Paloma’nın hem de Renee’nin hayata, insanlara, sanata ve felsefeye karşı düşünceleri, bir günlük formatında anlatılıyor. İkisinin düşünceleri arasındaki geçişlerde yazı karakteri değişiyor. Bu bölüm biraz daha sorgulayıcı ve düşünce ağırlıklı. Bu nedenle daha fazla dikkat gerektiriyor ve dolayısıyla yavaş ilerliyor. Ozu ile tanışma sonrası ise daha çok roman tadı veren bir bölüm ve daha keyifli. Ancak finali beni az da olsa hayal kırıklığına uğrattı. Bu kadar keyifli bir kitabın böyle “ters köşe” bir finale ihtiyacı yoktu bence.

Kirpinin Zarafeti, felsefe, sanat ve hayatın anlamına kafa yoran herkesi içine çekecek bir kitap. Ancak felsefeden uzak duruyorsanız bu kitabı okumadan önce iki kez düşünmeniz gerekir.


AJANDA Mart sayısı yazımdan alıntıdır.

1 Ocak 2011 Cumartesi

It's a Wonderful Life

It’s a wonderful life, en sevdiğim yönetmenlerden Frank Capra’nın en sevdiğim filmi. Philip Van Doren Stern 'in “The Greatest Gift” isimli hikâyesinden uyarlanan 1946 yapımı bir film. Başrollerinde döneminin en yakışıklı, başarılı ve sevilen oyuncularından biri var, James Stewart.

George Bailey, Bedford kasabasında yaşayan ve sürekli seyahat etme hayali olan biridir. Çocukluğundan itibaren seyahat edeceği günlerin hayali ile yaşamıştır. Kardeşinin evlenip farklı bir kasabaya taşınması nedeniyle babasından kalan Bailey İnşaat ve Kredi Birliğinin başına geçmek zorunda kalır. Bu geçiş seyahat, üniversite ve mimarlık hayallerinin de sonu olmuştur. Bedford’ta kalmanın tek getirisi çocukluğundan itibaren kendisine aşık olan Mary ile evlenmesi olur.

Bailey İnşaat, kasabanın kötü adamı Potter tarafından yapılan tacizlere ve ekonomik sıkıntılara rağmen kasaba halkının büyük çoğunluğunu ev sahibi yapmayı başarır. Potter, neredeyse kasabadaki tüm dükkanları ve bankayı dahi ele geçirmeyi başarmış bir bankerdir. Her yenilgiden sonra biraz daha öfkelenip daha fazla açık yakalamaya çalışır. Açığı yakalaması ise uzun sürmeyecektir.

Bailey İnşaat’ın ortaklarından Billy Amcanın yaptığı bir unutkanlık nedeniyle firmaya ait önemli bir para Potter’ın eline geçer. Potter bu fırsatı sonuna kadar kullanır ve hesaplardaki açığı banka müfettişlerine haber verir. Paranın bulunamaması hem şirketin iflasına hem de George’un hapis cezası almasına sebep olacaktır. Tüm gün boyunca aradıkları halde parayı bulamazlar. Billy Amca parayı nerede bıraktığını hatırlayamaz. İflas ve hapis düşüncesinin yaşattığı strese dayanamayan ve çözüm bulamayan George, intihar etmeye karar verir.

Tam denize atlamayı düşündüğü esnada kendisini kurtarmak için yer yüzüne gönderilen Clarence ondan önce suya atlayıp George’un kendisini kurtarmasını ve dolayısıyla da intihardan vazgeçmesini sağlar. Clarence, henüz kanatlarını almaya hak kazanamamış 2.sınıf bir melektir. Tanrı ile yaptığı anlaşmaya göre kanatlarını alabilmesi için George’u ikna etmek ve yaşamının değerini ona göstermek zorundadır. Bunu sağlayabilmek için, öncelikle George’u kendi varlığına inandırması gerekmektedir. Ancak bu sandığı kadar kolay olmaz. Ardından George’un “keşke dünyaya hiç gelmeseydim” düşüncesini dile getirmesi ile ona eğer dünyaya gelmemiş ve yaşamamış olsaydı, sevdiklerinin ve yaşadığı dünyanın nasıl bir yer olacağını göstermeyi dener.

Filmin açılış sahnesinde birçok insanın sadece tek bir insanın iyiliği için dua ettiği ve ardından Tanrı ile meleğin konuşmaya başladığını görürüz. Bu sahne, filmi dönemine ait diğer filmlerden ayırmak için yeterlidir sanırım. George ile Clarence’ın tanışması ile finale yaklaşılan her sahne ise enfes bir tat bırakmaya başlar. İçinize işleyecek olan bu “mutlu” filmi izlemek için –daha fazla- gecikmeyin.


AJANDA Aralık sayısı yazımdan alıntıdır.