28 Aralık 2012 Cuma

Liste!


Sevgili Selin geçtiğimiz günlerde bir istek listesi yapıp mimlemişti sağolsun. Zaten aklımda vardı böyle bir liste yapmak, denk geldi güzel oldu.

Hadi bakalım 2013 senden pek umutluyum önceki 3 yılın olumlu olmayan tüm izlerini sil, temizle.


- Öncelikle her daim sağlıklı ve neşeli olalım.

- Tom Waits artık İstanbul'a gelip konser versin, lütfen!

- Her hafta en az bir oyun ve film izleyebileyim.

- Şu konserlerin tamamına gidebilmemi sağlayacak bir mucize olsun;

Calexico
Brazzaville
Balmorhea
Chinawoman
Paul Banks
Sarah Blasko

- Lale Kart üyesi olayım!

- Sayısal lotoda büyük ikramiyeyi kazanayım! Ciddiyim!

- İstanbul Film Festivali için ayıracak zamanım ve imkanım olsun.

- İtalya'yı gezme hayalim(iz) gerçek olsun!

- En az 100 kitap okuyayım.

- O sergi senin bu müze benim gezeyim.

- Blog sayesinde konuştuğum insanlarla tek tek buluşma ve tanışma fırsatım olsun.

- Woody Allen festivale gelsin!

Hepsi bu! Aşk konusunda dilek olmadığını görüp sebebini merak edenleri birkaç gün önce yazdığım "Bu Aralar" isimli yazıya alalım.

Bence isteyen herkes yapsın listesini...



14 Aralık 2012 Cuma

Bu Aralar...


Sevgiye açım, sevilmek ve sevmek istiyorum. Biri beni çok önemsesin, çok özlesin, çok sevsin istiyorum. Sabahları uyandığında aklına geleyim, sesimden bir günaydın duymak için beni arasın istiyorum, geceleri yatmadan önce en son duyacağı şey benim sesim olsun istiyorum. Sesimin değişiminden ruh halimi anlasın, gözümün içine baktığında aklımı okusun istiyorum.

Elini tutup İstiklal Caddesi'nde ya da Kadıköy'de dolaşmak, kitapçıları gezmek, birlikte plak satın almak, farklı yerleri keşfetmek, birlikte geziler planlamak istiyorum. Aynı tarihe yıllık izin isteyip bir hafta boyunca film festivalinde filmler arasında koşturalım istiyorum.

Tiyatro gişesindeki amcaya "kaç kişilik biletiniz vardı" dediğinde "iki" demek ve gülümseyerek ona bakmak istiyorum.

Dışarıda herhangi bir yerde dolaşırken bir küpe ya da film afişi ona beni hatırlatsın, iş yerinde kahve kokusu aldığımda onu hatırlayayım ve mutlu olayım istiyorum.

Hiçbir mail ya da ıvır zıvır şifremi istemesin ama her yazdığımı çaktırmadan takip etsin, bilsin istiyorum. Kıskansın, kıskanayım istiyorum.

Tartışmalarımız olsun, ikimizin de canı sıkılsın ama küs kalamayalım istiyorum. Her tartışmadan sonra birbirimizin değerini daha iyi anlayalım istiyorum.

Beyin MRı çekilirken elimi tutsun "yanındayım" desin istiyorum. O soğuk odada 45 dk yalnız kalmak istemiyorum.

Cumartesi günü önce bir film izleyelim ardından kafaları çekmek için güzel bir yere gidelim istiyorum. Eve dönerken benim için endişelensin telefonu kapatmadan yolun bitmesi için beklesin istiyorum.

İşi gereği bir yere gittiğinde bana oradan kartpostal atmasını istiyorum. En yakın arkadaşlarımı tanısın sevsin, en yakın arkadaşlarını tanıyıp seveyim istiyorum.

Çantamda ya da okuduğum kitabın arasında benden habersiz yazdığı notlar bulmak istiyorum.

Birlikte maça gidelim, hakeme söylenelim, konserlerde bağıra çağıra şarkı söyleyelim istiyorum.

Madem yeniyıla girerken ne yaparsan bütün bir yıl öyle geçiyor, yeniyıla girerken dudaklarından öpmek istiyorum.

Çok istiyorum ama olmuyor...

28 Kasım 2012 Çarşamba

Monet'nin Bahçesi

Bulutlu ve rüzgarlı bir sonbahar gününde düştük yollara. Amacımız hem Monet sergisini görmek hem de güzel bir İstanbul günü yaşamaktı. Her zamanki güzergahımı kullandım bu kez arkadaşımı da Beykoz'a kadar sürükleyerek :) Deniz havası alıp güne başlamak iyi geldi tabi ikimize de.

Sergi şansımıza çok kalabalık değildi o gün. Biletlerimizi alıp başladık gezmeye. Çoğunluğu olgunluk dönemine ait eserlerden oluşan bir sergiydi. Ancak özellikle bir resim vardı ki sergi benim açımdan o resmi görmemi sağladığı için bile muhteşemdi!


Pourville Kumsalı. Resme bakarken dalgaların sesini duyduğumu söylesem deli olduğumu düşünür müsünüz acaba? Hı hı ben de öyle düşündüm. Ama inanın duydum!

Sergiyi gezmemiz gayet uzun sürdü çünkü tüm anlatılanları tek tek dinledik. Ardından müze mağazasına uğradık, birer nergis temalı gözlük kabı, bir sürü kartpostal ve kitap ayracı aldık. Ancak müsadenizle 4 tl olan kartpostal fiyatına "yuh" demek istiyorum.

11 Kasım 2012 Pazar

Günün Notları

- The Civil Wars konseri iptal, çok istediğim şeylerin olmaması, hevesimin kursağımda kalması yeni değil!

- "Kasım'da ... başkadır" klişeleri ile dolu bir aya hoşgeldiniz.

- Sodaya alışamayan tek insanım sanırım, içemiyorum işte kardeşim!

- Kendime sonbahar hediyeleri aldım bugün, yaprak temalı...

- Tamam tamam itiraf ediyorum sonbahar falan bahane acı çekiyorum ve bunu
beynimin gerisine itmek için başka şeylerle ilgileniyor gibi görünüyorum.

- Yağmur, gök gürültüsü, şimşek ve rüzgar eşliğinde sıcak çikolata içerek
resmi sonbahar açılışımı yapmış bulunuyorum.

- Hindi Zahra yeni albüm çıkartmadı mı hala ?

- Bir de konsere gelse ya bu sezon...

- Çok güzel yılbaşı kartları aldım.

- Damla sakızlı Türk kahvesi ne kadar da hoşmuş...

- Blog 3 yaşını doldurmuş ne de güzel olmuş pek de güzel olmuş.

- Hayatımın en güzel selamını hiç tanımadığım birinden aldım bugün, "güzel insan" olarak görülmek hiç bu kadar mutluluk vermemişti daha önce...

- Sahilde Kafka'yı okuyorum... Sanki o hikayeler birbirine bağlanmayacak gibi hissediyorum ve yanılmayı diliyorum!

- Sanırım artık gözlük kullanmayı ertelememem gerek, bugün yanlış insana sarılma tehlikesi atlattım!

- Bir de şöyle birşey var;

Siz gittiniz, gittiniz, gittiniz,
Ben kaldım, kaldım, kaldım,
Sesiniz kaldı, onda kaldım,
Yöneldim yüzünüze baktım,
Yöneldim gözlerinize baktım,
Orada yansıyan bana baktım.
Yalnızlığımı nasıl anlayacaktım.

Ö.Asaf


17 Ekim 2012 Çarşamba

Günün Notları


- Sanatın Öyküsü (E.H.Gombrich), sahaflarda bulan duyan olursa bir ses versin olmaz mı ?

- Yapı Kredi Kültür Merkezi'nde "Hattuşa’da 106 Yıl" sergisi var, görmeli.

- Etgar Keret'in yeni kitabı raflarda, "Kapı Birden Vuruldu"

- Bir de "Kağıt İnsanlar"ı almalı ve okumalı sanki.

- Sahaf festivalini kaçırdım, en çok üzüldüğüm şu festivale özel hazırlanan ayraçlardan birini alamamış olmak!

- Son bir haftadır kitap okuyamadım ama bu sabah bir kitap bitirdim, mutluyum.

- Okunacak kitap sayısını azaltmak için uzun süredir yeni kitap almıyorum ama bu kez de alınacaklar birikti !

- Film izlemeyi özledim, hem evde hem de sinemada...

- Tiyatro sezonunu da açmalı, çok geciktirmeden.

- Onu yapmalı bunu yapmalı da nasıl zaman bulmalı, orası belirsiz.

- Yapraklar kızarmaya başlamış, yaşasın sonbahar!

- Bir de şöyle birşey var,

Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç!
Sana diyeceklerim söylemekle bitmez...
Yıllardır yaşamımdan çaldığım zamanlar,
adına düğümlendi...



15 Ekim 2012 Pazartesi

Muhteşem Gatsby - F.Scott Fitzgerald


Çok genç ve toy günlerimde babamın verdiği bir öğüt aklımdan hiç çıkmadı. "İçinden ne zaman birini eleştirmek gelse" demişti, "bu dünyada herkesin senin sahip olduğun üstünlüklerle doğmadığını anımsa, yeter."

Kitabın anlatıcısı Nick, borsa işi yapmak için New York'a taşınır. West Egg bölgesinde küçük bir ev tutar. En yakınındaki evde genç, gizemli, yakışıklı ve zengin komşusu Jay Gatsby yaşamaktadır.

Gatsby'nin evinin tam karşısında, East Egg'de ise Nick'in kuzeni Daisy yaşar. Daisy, Tom ile evlidir. Aynı zamanda Gatsby'nin eski sevgilisidir.

Jay Gatsby, kimseyle samimi olmayan, gizemli, kendisi ile ilgili söylentilere kulak asmayan ve her gece evinde büyük partiler veren biridir. Evi, hiç tanımadığı insanlarla dolup taşmakta iken o sadece tek bir kişinin gelmesini bekler.

Nick, Gatsby'nin bu ününe uzun süre uzak kalamaz ve Gatsby ile arkadaş olur. Gatsby, Nick'e önemli bir sırrını anlatır ve bu Daisy ile ilgilidir.

Kitapla ilgili nette yorumlara bakındığımda ya çok sevildiğini ya da nefret edildiğini, zaman kaybı olarak görüldüğünü okudum. Neredeyse ortası yok gibi. Ben, çok seven, beğenen, keyifle ve biraz da hüzünle okuyan taraftanım.

Bence muhteşem bir tutku ve hırs hikayesi. Kapağı ise kitaba çok uymuş gibi sanki, çok beğendim.

Keyifli okumalar.

7 Ekim 2012 Pazar

Kitap Hırsızı - Markus Zusak

Gümüş gözlü baba, Liesel, trenler, Max, annenin küfürleri, Rudy, kitaplar, belediye başkanının evi, hırsızlık, şekerlemeler, Max'ın hediyesi, saklanmak, korkmak, Islıkçı, yumruklar, çapraz bulmaca, kardan adam, kelimeler, akordiyon, Rüya Taşıyan, Karanlıkta Bir Şarkı, Himmel sokağı...

Mükemmel bir kitap okumuş olmak istiyorsanız bu kitabı okuyunuz !


"Her yerde kitaplar! Bütün duvarlar oldukça kalabalık ancak mükemmel sıralanmış raflarla giydirilmişti. Duvarın boyasını görmek neredeyse mümkün değildi. Siyah, kırmızı, gri, her renkten kitabın sırtında değişik tarzda ve boyda yazılar vardı. Liesel Meminger'in hayatında gördüğü en güzel şeylerden biriydi.
Hayretle gülümsedi. Böyle bir oda nasıl olabilirdi!

Koluyla yüzündeki gülümsemeyi silmeye çalıştıysa da bunun anlamsız bir çaba olduğunu anladı. Bedeninde gezen bakışları onun yüzünde durdu. Mümkün olabileceğini düşündüğünden daha uzun bir sessizlik oldu. Sessizlik kopmak için yakaran bir lastik gibi uzadı. Kız kopardı.

İzin verir misiniz ?

Sözcükler dönüm dönüm uzanan ahşap zeminde durdular. Kitaplar kilometrelerce ötedeydi. Kadın kafasını salladı. Evet, alabilirsin.

Gitgide oda küçüldü, ta ki, kitap hırsızı birkaç adımla uzanıp raflara dokunana dek. Tırnaklarının kitapların sırtına değip geçerken çıkarttığı tıkırtı sesini dinleyerek elinin tersini ilk rafta gezdirdi. Çıkan ses bir çalgı sesi gibiydi ya da koşan ayakların notaları gibi. Peşpeşe raflar boyunca ellerini yarıştırdı. Ve kahkahalar attı.

Kaç kitaba dokunmuştu? Kaç kitabı hissetmişti?
Raflara doğru ilerleyip bu kez daha yavaşça ve elinin içiyle tekrar kitaplara dokundu; avuçlarının içinde her kitabın sırtının oluşturduğu engebeyi hissediyordu. Işıklı bir avizeden yayılan parlak hüzmeler gibi büyülü bir histi, kusursuz bir güzellik karşısında duyulan his gibi. Birçok kere neredeyse yerinden çekip çıkaracaktı kitaplardan birini ama düzeni bozmaya cesaret edemedi. Fazla mükemmeldiler."



5 Ekim 2012 Cuma

Kings Of Convenience


Sanırım bir yıl kadar önce başladım dinlemeye, Nisan ayında İstanbul'da verecekleri konseri duyunca çok heyecanlanıp bilet almaya çalıştım ama -ciddi anlamda yüksek bilet fiyatına rağmen- hemen tükendi. Sonra grup üyelerinden birinin rahatsızlığı nedeniyle konser Eylül ayına ertelendi, bunun yanı sıra iki gece üst üste olan konser programı üç gece olarak güncellendi. Haftalarca bilet alabilmek için bekledim çünkü gerçekten canlı dinlemek istiyordum, bu kadar beklemenin ve takip etmenin sonucunda biletime kavuştum.

Beirut ile "yalnız konsere gitme" tecrübesi edinmiştim o yüzden daha az tedirgindim. Mekana biraz erken gittim, ön grup 123'ü kaçırmak istemiyordum. Ancak daha ön grup çıkmadan ikili çıkarak biraz sohbet ettiler, bunu yakaladığıma çok sevindim. Ardından 123 sahneye çıktı ve gayet keyifliydi. Gerçi daha Kings Of Convenience sahneye çıkmadan yorulmuştum :) Birkaç dakikalık gecikme ile sahneye çıktılar ve sevdiğim çoğu şarkılarını seslendirdiler.

Know how'da seyirci vokali ve 123 ile yaptıkları düet çok keyifliydi. Ancak sessiz konser diye nitelendirilmesine rağmen arkadaş gruplarının bağıra çağıra konuşmaları eksik olmadı. Bir de bütün gece fotoğraf çekenler vardı tabi onlara ne desem az. Bir ara o kadar abarttılar ki müziğin sesini duyamaz olduk :S Sahneden uyarı gecikmedi tabi.

Bu sinir bozucu hallere rağmen muhteşem bir konserdi. Seneye yine gelmeleri ve canlı canlı dinleyebilmemiz umuduyla.

Eğer bir gün plak koleksiyonu yapabilirsem ilk alacağım plak şimdiden belli :)

3 Ekim 2012 Çarşamba

Günün Notları



- Kendimle konuşmaktan bıktım, buraya yazayım sizi de bıktırayım biraz.

- Bayramın tamamında çalışıyorum, kendi isteğimle... O kadar yoruluyorum ki düşünmeye halim kalmıyor, iyi oluyor.

- Günlerim birbirinin aynısı, pek keyifsiz.

- Birkaç gündür kitap okuyamıyorum, film izleyemiyorum, müzik dinleyemiyorum. Bir an önce kendime gelsem fena olmayacak sanki.

- Öfff şikayet etmekten sıkıldım biraz etkinlik haberi vereyim o zaman.

- Okunacak kitap sayımı 100 küsürden 38e kadar düşürdüm ama hala yeni kitap almıyorum. Daha zamanı var.

- Plak koleksiyonu yapmak istiyorum.

- Etgar Keret'in yeni kitabı çıkmış, merak ediyorum.

- Ekim'de tiyatro sezonuna yakından bir "merhaba" demek gerek.

- 19 Ekim Scorpions konserine bir biletim olsa keşke!

- Vizyonda ve gelecek filmlerden izlemek istediklerim; Cesur, Roma'ya Sevgilerle, Cennetteki Çöplük (5 Ekim), Başka Bir Kadın (12 Ekim), Tetikçiler (12 Ekim), Meleklerin Payı (19 Ekim) ve Bulut Atlası (26 Ekim).

- SSM yine mükemmel bir sergiye ev sahibi olacak, Monet'in Bahçesi 9 Ekim'de başlıyor.

- İstanbul Modern'de iki yeni sergi görünüyor, gitmek gerek.

- İstanbul Tasarım Bienali 13 Ekim'de başlıyor.

- R.Koç Müzesi'nde "Yol Efsaneleri İstanbul'da" isimli sergi 17 Mart'a kadar şehrimizde olacak.

- Pera Müzesi'nde 13 Ekim itibariyle iki sergi başlıyor.

- Bir de şöyle birşey var;

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle.
T.Uyar

1 Ekim 2012 Pazartesi

Beirut



Bu aralar pek bir tembelim, yazamıyorum, okuyamıyorum, izleyemiyorum ve daha bir sürü şey... Ancak unutmaya başladığım için artık yazmam şart oldu 21 Eylül 2012 Beirut konserini...

Güne pek keyifli başlamamıştım, hem bu sebeple hem de bir konsere ilk kez yalnız gidecek olmanın verdiği tedirginlikle gitmek gelmiyordu içimden. Ayrıca hava yağmurluydu ve -her ne kadar yağmur seven biri olsam da- bu konserde yağmur çekilmezdi. Ancak akşam üzeri hava açmaya başlayıp gökyüzü o çok sevdiğim karışık renkli halini alınca gitmeye karar verdim. Soğuğa aldırmadan iskeleye gittim ve Beykoz'dan Yeniköy'e geçtim. Sonrasında ise muhteşem Boğaz manzarası eşliğinde Kuruçeşme Arena'ya ulaştım. Yaklaşık 1,5 saat erken ulaştığım için oturup manzarayı izledim.

Konser saatinden birkaç dakika sonra Beirut sahnedeydi. Sırasıyla tüm sevilen şarkılarını çaldılar. Setlist şu şekildeydi;


Scenic World
The Shrew
Elephant Gun
Vagabond
Postcards From Italy
Santa Fe
A Sunday Smile
East Harlem
The Akara
Serbian Cocek
Port of Call
Cherbourg
Nantes
After the Curtain Falls
My Night with the Prostitute from Marseille
-
The Penalty
Forks and Knives (La Fête)
Carousels
Gulag Orkestar
-
Goshen



Konserle değil de konsere gidenlerle ilgili birkaç olumsuzluk vardı ama bunlara rağmen keyifli bir konserdi.

25 Eylül 2012 Salı

Küçük Bir Blog Buluşması



Blog yazmayı ve okumayı çok seviyorum. Burası tamamen size ait, ne istiyorsanız onu yazıyor ve kimi okumak istiyorsanız seçebiliyorsunuz. Takip ettiğim bloglar genellikle kitap, müzik, tiyatro, sinema ve gündelik hayatla ilgili yazanlar. Bloglarda sık sık blog buluşmalarını okur ve imrenerek bakardım. Tabi biraz da şüphe duyardım. İnsan tanımadığı biriyle nasıl bu kadar samimi olabilir diye! Tecrübe etme fırsatım olmamıştı, geçtiğimiz haftaya kadar. Ajanda gibi bir dergi tecrübesi yaşamamı sağlayan Sinem ile aylardır konuşup dururduk buluşmak için. Hatta sevgili Seda da planımızın bir parçasıydı ama o bizi değil Yunan adalarında gezmeyi tercih etti :)

Haftaiçi iznimi fırsat bildik ve Kadıköy'de buluştuk. Önce Ptt, ardından yemek, alışveriş ve kahve ile günü tamamladık. Tabi arada durmadan konuşarak. İki postcrossing, film ve kitap sever bir araya gelince susmak ne mümkün :)

Elimde bir liste var, uzun süredir görmediğim, ihmal ettiğim arkadaşlarım ve birlikte kahve içmek, tanışmak istediğim insanlardan oluşan. Önemli olan ilk adımı atmaktı, gerisinin gelmesi umuduyla.

Bu da o günden kalanlar...


22 Eylül 2012 Cumartesi

Dead Can Dance






Aylar önce tamamen tesadüf eseri dinlemeye başladığım bir gruptu DCD. Aradan birkaç hafta geçti ve konser için İstanbul'a geleceklerini öğrendim. Bilet almayı çok istiyordum ancak böyle bir konseri yalnız dinlemek olmazdı, hemen sosyal medya ıvır zıvırlarında sordum ve hiç beklemediğim halde iki olumlu yanıt aldım. Temmuz ayında biletler alındı, takvimden günlerin geçişi izlenmeye başlandı. O gün geldiğinde ise içimde garip bir huysuzluk ve keyifsizlik vardı. Hatta konsere gitmemeyi bile düşündüm(k). İyi ki o sese kulak vermemişiz !

Konser alanına yaklaşık 20:45 gibi ulaştık. Alan boş görünüyordu, diğer dinleyiciler gibi bizim de korktuğumuz şeylerden biri Leonard Cohen konseri ve şampiyonlar ligi maçı nedeniyle konsere yeterli ilginin gösterilmeme olasılığıydı. Ancak dakikalar ilerledikçe alan dolmaya başladı.

Bizim saatimize göre yaklaşık 4 dakikalık bir gecikme (!) ile sahneye çıktılar. İlk nota ile birlikte en yakın dostumla birbirimize bakıp iyi ki içimizdeki o aptal sese kulak vermedik diye düşündük. Yeni albüm ağırlıklı bir konserdi. Herkes gibi bizim de beklediğimiz bir iki eski parça vardı ama çalınmaması da sorun yaratmadı. Çünkü duyduklarımız içimizdeki tüm pası, huzursuzluğu ve keyifsizliği aldı götürdü...

Üç kez bis yaptılar, zira o alkışlara karşılık vermemek imkansızdı. Hem de müziği böylesine ciddiye alan insanlar için. Çalınan şarkıları not etmedim ama şu sitede şöyle bir liste buldum.


1. Children of the Sun
2. Anabasis
3. Rakim
4. Kiko
5. Lamma Bada
6. Agape
7. Amnesia
8. Sanvean
9. Nierika
10. Opium
11. The Host of Seraphim
12. Ime Prezakias
13. Now We Are Free
14. All in Good Time
15. The Ubiquitous Mr. Lovegrove
16. Dreams Made Flesh
17. Song to the Siren ( Tim Buckley cover )
18. Return of the She-King
19. Rising of the Moon

Kesinlikle mükemmel bir konserdi.

30 Ağustos 2012 Perşembe

Günün Notları



- Yukarıda gördüğünüz foto Euphoric'in kitap kuleleri ile ilgili yazısı için çekildi. 10 küsür tanesi eksik halidir. :)

- Bayram kartpostalları ile ilgili etkinliği düzenleyen, katılan, gönderen herkese teşekkürler.

- Yeni bir not defterine geçmem gerekiyor, evde 4-5 tane var ama kıyamıyorum. Yeni bir tane almalıyım sanırım !

- Tiyatro sezonu yaklaşıyor, yeni oyunları gördükçe sabırsızlanıyorum.

- Sonbaharın en güzel habercisi Filmekimi de yaklaştı. Program yakında açıklanır.

- Sahaf Festivali'nin tarihleri de belli olmuş, 25 Eylül- 14 Ekim 2012 tarihleri arasında olacakmış.

- İşyerinin yakınlarında çıkan bir yangın sonrası çekilen bir foto ;



- Prag'a gitmiş bir arkadaştan züpper hediyeler;



- Kurs sonrası klasiği, açık havada ders bile keyifli oluyor;



- Sinema keyfi;



- Beykoz'dan;


20 Temmuz 2012 Cuma

Günün Notları

- Aylar önce Müzekart+ almıştım ancak yeni kullandım, özellikle İstanbul'da olanlara tavsiye ederim. - The Bucket List filmindeki gibi bir liste yapmak istiyorum. - Leyla ile Mecnun sezon finali yaptığından beri büyük bir boşluktayım, eski bölümlerle idare ediyorum mecburen. - Burak Aksak geçenlerde twitterdan yeni sezon ile ilgili fragmanı paylaşmış, "Leyla ile mi Mecnun". Yüreğimiz kıpır kıpır, Eylül gelse de öğrensek. - Trt'nin yeni sezonda yayınlayacağı "Şubat"ı merakla bekliyorum. - Bir de Onur Ünlü’nün yeni filmi ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ gelse de izlesek. - Grey's Anatomy'i izlemeye başladım, 5.sezondayım, iyi gibi. - Berlin Filarmoni Orkestrası geliyormuş, niye haber vermiyorsunuz ? - Kings Of Convenience ya da Beirut konserlerine gidecek olan var mı ? - Dead Can Dance konseri için biletlerimizi aldık bugün, pek bir mutluyuz. - Kuruçeşme Arena'da açıkhava sinema festivali başlıyormuş, gitsek mi acaba ? - Bayram münasebetiyle kartpostallaşmak isterim diyen blog sahibi arkadaşları şu adrese alalım. - Bir de Fırat karikatürlerine bayıldığımı söylemiş miydim ?

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Koleksiyoncu - John Fowles

Bazen çok sevdiğiniz şeylerden bahsetmek, onun için doğru kelimeleri bulmak çok zordur. Koleksiyoncu, benim için onlardan biri. Çok etkilendiğim, anlatmayı çok istediğim ancak bir türlü cesaret edemediğim, gereken cesareti bulduğumda ise anlatmak için doğru kelimeleri bulamadığım kitaplardan biri. Okuduğumda sıcak çikolata mevsimiydi, yazabildiğimde ise limonata. Ne kadar zaman aldığını siz düşünün...

Kitabın bana hissettirdiklerini kelimelerle anlatabilmem imkansız. Bu nedenle içeriği ile ilgili söyleyebildiklerimi paylaşacağım.

Clegg, eniştesi ve halası tarafından büyütülen ve vergi dairesinde çalışan asosyal biridir. Sevdiği iki şey vardır, kelebekler ve işyerinin karşısındaki okulda resim öğrencisi olan Miranda'yı gün boyunca takip etmek.

Şans oyunundan yüklü bir miktarda para kazanınca işi bırakır. Bir plan yapar, önce ıssız bir bölgede bir ev satın alır. Evde bulunan mahzeni Miranda'nın yaşayabileceği bir alana çevirir. Ve yaptığı bu plan sayesinde Miranda'yı kaçırır. Kaçırmadığı sürece Miranda'nın kendisini farketmeyeceğini bilir. Amacı kendisini Miranda'ya tanıtmaktır. Ancak Miranda bir misafir değil tutsaktır ve Cregg bunun farkına vardığında Miranda'ya olan tavrı değişmeye başlar.

Kitapta olaylar her iki tarafın bakış açısıyla anlatılır. Önce Caliban (Miranda'nın Cregg'e verdiği isim) sonra ise Miranda'nın düşüncelerini, neler hissettiğini öğreniriz.

Miranda bu tutsaklıktan kurtulmak, Cregg'in koleksiyonundaki kelebeklerden birine dönüşmemek için hem psikolojik hem de fiziki açıdan elinden geleni yapmaya çalışır.

Koleksiyoncu'yu kitabından birkaç yıl önce 1965 yapımı William Wyler filmi ile tanıdım. Kitaptan uyarlandığını öğrenince hemen aldım çünkü filmi beğenmiştim. Elbette kitap daha detaylı. Şiddetle tavsiye ederim.

12 Temmuz 2012 Perşembe

Sisters Kardeşler - Patrick deWitt

Charlie ve Eli Sisters kardeşler "kiralık katil" olarak hayatlarını sürdürmektedir. Charlie her ne kadar işinden memnunsa Eli o kadar bıkmış durumdadır. Patronları olan Commodone, "Hermann Kermit Warm" isimli bir maden arayıcısının kendisinden "birşey" çaldığını ve onun geri alınması gerektiğini söyler. Görev bellidir. Sisters kardeşler, atları Nimble ve Tub ile kurbanlarını bulmak için Kaliforniya'ya doğru yola çıkar.

Yolda geçirdikleri sürede kaldıkları otellerde ve karşılaştıkları kamplarda birbirinden farklı insanlarla tanışırlar. Kendilerini korumak ve yaşayabilmek için hırsızlık yapıp, cinayet işlerler. Asıl hedeflerine ulaştıklarında ise "iş"in şekli değişir. Çünkü Hermann, patronlarının anlattığı gibi bir suçlu değildir. Bir karar vermek zorunda kalırlar, devam mı yoksa tamam mı ?

Çok keyifli bir yol hikayesi. Aynı zamanda yanlış hatırlamıyorsam okuduğum ilk western roman. Ve bloglarda da hep söylendiği gibi bence de filme çekilmeli.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Rembrandt ve Çağdaşları - Bir Ülke Değişirken





Başladığı günden beri neredeyse her haftasonu gitmeye çalıştım ancak süresinin uzatılması sayesinde yakalayabildim. Eğer fırsat bulabilirseniz yarın mutlaka ziyaret edin ve resimlerdeki ışık oyunlarını keyifle izleyin.




Ssm'ye kadar gidip diğer sergiyi gezmemek olmazdı. Türk resimlerinden bir seçki. Çok fazla fikir sahibi olmanızı sağlamaz belki ama görmeli.


Sergiler çok özenli ve keyifli ancak sergi ile ilgili hediyelikler pahalıydı. Bir kitap ayracı 4 tl ve çok fazla çeşit yoktu. Van Gogh sergisinde 1 tlye alabiliyorken ve birçok çeşit varken burada biraz mutsuz olmadım desem yalan olur. Yine de 2 çeşit aldım tabi. Birkaç farklı ürün daha beğendim ama Müzekart+ indirimi geçerli olmadığı için almaktan vazgeçtim. Daha fazlasını alabilmeyi çok isterdim.



Küçük bir öneri, sergiden çıktıktan sonra hemen yan tarafta yer alan Sütiş'i mutlaka ziyaret edin. Çok keyifli, hareketli bir ortam ve güzel bir manzarası var.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Günün Notları

Öncelikle iki ilanım var;

- Konser meraklısı, sinemaya bayılan, tiyatro salonlarını evi gibi benimseyen, ayda en az beş kitap okuyan, esprili, alışverişi seven, seyahat etmeye bayılan, o müze senin bu sergi benim dolaşan, hediye almayı da vermeyi de çok seven, iyi günde de kötü gününde de yanında olabilen, arşivci ruhlu, hayatının merkezinde "sevgilisi" olmayan, kendini, kültürü önemseyen, festivalleri takip eden, hal hatır sormayı esirgemeyen, fotoğraf çekmekten hoşlanan "sosyal dost" aranmaktadır. İlgilenenlerin yorum yapması rica olunur!

- Tiyatro, reklamcılık, seyahat ile ilgili alanlardan birinde iş aranıyor! Tüm sezon tiyatroda olabileceğim, her oyunu izlemeye fırsat bulabileceğim bir iş olabileceği gibi küçük bir reklamcılık firmasında, kendime ait bir masada, müziğimi dinleyip çayımı içerek yaratıcı şeyler oluşturabileceğim bir iş olabilir. Ama en güzeli ve en çok istediğim yıl içinde en az 12 kez seyahat edebileceğim, dünyayı dolaşabileceğim bir iş olur ! Tekliflere açığım !

- Havaların yağmurlu olmasından şikayetçi olmayan bir ben varım sanırım.

- Güzel konser haberleri geliyor, 11 Haziran'da Dany Brillant, 9 Temmuz'da Duran Duran, 25 Temmuz'da Enrico Macias, 25 Ağustos'ta Feist, 21 Eylül'de Beirut şu an ilgimi çeken ve biletleri satışta olan konserler. Bir de 19 Eylül'de Leonard Cohen konseri olacağına dair haberler okudum ama kesin mi bilemiyorum.

- Okunacak kitap sayımı tekrar 46ya düşürdüm, mutluluktan ağlayabilirim.

- Masumiyet Müzesini gezmek istiyorum ancak henüz fırsat bulamadım.

- 10 Haziran'a kadar mutlaka Rembrandt ve Çağdaşları sergisine gitmek gerek.

- Yenikapı'nın Eski Gemileri Sergisi 16 Eylül tarihine kadar R. Koç Müzesi'nde olacakmış.

- Şöyle mükemmel bir şarkı var, dinlemek gerek.

- 30. İstanbul Film Festivali'nin 30 Yılından 20 Yönetmen isimli kitabı gören, alan var mı ? Ben bulamıyorum da...

- Resim konulardan bağımsız, öylesine... (Dali'den.)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Van Gogh Alive



"Önce resim yapmayı düşlüyorum, sonra da düşlerimi resimliyorum."

Birkaç yıl önce, şu an hala çalışmakta olduğum işyerine girince binanın içindeki YKY mağazasına sorduğum ilk kitaptı sanırım "Theo'ya Mektuplar". Maalesef stoklarda yoktu ve yeni basımı da yapılmamaktaydı. Beklemem gerekti ama sabrımın hediyesini aldım. Kitap yeniden basıldı, hemen aldım ve kısa sürede okudum. Her zaman ilgimi çeken bir sanatçının cümleleri, düşünceleri ve kardeşine kendini anlatmaya çalışması beni çok etkiledi. Kitaptan birkaç yıl sonra ise birileri bu sergiyi akıl etti. (Teşekkürler.)



Serginin başladığı tarihlerde gitmeyi çok isterdim ancak bir türlü fırsat olmadı. Bu hafta gidebildim. Haftaiçi bütün olumsuz koşulları bir kenara atıp yola çıktım. Önce vapur keyfi yaptım, ardından bloglarda ve ekşi sözlükte bolca eleştirilen sergiye ulaştım.



Sergi alanı, karanlık bir salon ve dev ekranlardan oluşuyor. Görüntüler ve müzik çok uyumlu ve etkileyiciydi. İki kez izledim, bir kez izlemek yetmedi bana. Çıkışta sergi dükkanından gözümü gönlümü açan bir sürü kartpostal ve kitap ayracı aldım. Sergiye gitmeden birkaç gün önce Canon'um bozulduğu için küçük bir digital makine ile gittim ama serginin tam ortasında o da bozulduğu için sadece uyduruk telefonumla birkaç kare çektim, hatıra niyetine.

Benim için kesinlikle büyüleyiciydi. Karşılaştırabileceğim benzer bir sergisini görmediğim içindir belki...

Not: Sergiye giden insanların görüntüleri izlemek yerine sürekli fotoğraf çekme telaşı nedendir ? Hem de yasak olmasına rağmen bolca flaş kullanarak!

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Tom, Dick & Harry

Tom ve Linda, evlat edinmek için bir ajansa başvuru yapmış ve saat 10:00'da gerçekleşecek görüşmeyi beklemektedir. Linda için görüşmenin sorunsuz geçmesi çok önemlidir ve bu nedenle panikle sürekli kuralları tekrar eder ve Tom'a da hatırlatır. Tom'un kendisine -kişilik olarak- hiç benzemeyen kardeşleri Dick ve Harry gelmeden görüşmenin tamamlanması gerekir. Ancak işler Linda'nın istediği gibi sorunsuz olmayacaktır.

Dick, kaçak sigara ve alkol kolilerinin yanı sıra iki kaçak göçmeni eve getirir. Harry ise Linda'nın hiç hoşuna gitmeyecek bir poşetle oradadır. Görüşmenin başlamasına dakikalar kala Tom bu sorunların üstesinden gelmek için çırpınmaya başlar. Ortaya eğlenceli bir oyun çıkar.

Tiyatro Ak'la Kara'da daha önce Fare Kapanı isimli (Agatha Christie'nin aynı isimli kitabından uyarlanan) oyunu izlemiştim. Gelecek sezonlarda takip etmeye devam edeceğim kesin. Hem Fare Kapanı'nı hem de bu oyunu tavsiye ederim.

1 Mayıs 2012 Salı

Hayvan Çiftliği - George Orwell

Önsözden bir bölüm;

"Bir çiftlikte yaşayan hayvanların kendilerini ezen ve sömüren insanların yönetimini devirip eşitlikçi bir toplum oluşturdukları ama zamanla,kurnaz ve iktidar düşkünü domuzların devrimi yolundan saptırarak, insanların yönetiminden neredeyse daha baskıcı ve acımasız bir diktatörlük kurdukları kitabı iki uçlu bir yergi mızağı olarak görüyorum."


Kitabın konusuna gelince; Beylik Çiftliği sahibi Bay Jones gece uyuduğu esnada Koca Reis lakaplı erkek domuz, önceki gece gördüğü rüyayı tüm hayvanlara anlatmak için toplanmalarını ister. Toplantıda,yaşadıkları hayatın yoksulluk, eziyet içinde geçtiğini, artık insanlara başkaldırma zamanı geldiğini, gerçek düşmanları olan "insan"ı ortadan kaldırarak bağımsızlık ilan etmek gerektiğini anlatır.

" İnsan, üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta
yumurtlayamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşanı yakalayacak kadar hızlı
koşamaz. Gene de tüm hayvanların efendisidir."

" Şunu da unutmayın ki, İnsan'a karşı savaşırken sonunda ona
benzememeliyiz. Onu alt ettiğiniz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını
benimsemeye kalkmayın."


Toplantıdan sonra, Snowball, Napoleon ve Squealer isimli üç domuz, Reis'in
düşüncelerini geliştirerek Animalizm adını verdikleri bir öğretiye dönüştürürler. Tüm hayvanları bu ortak düşüncede toplayabilmek için uğraşırlar. Haziran geldiğinde işleri bozulan Bay Jones ve çalışanlarının ambarın kapısını kıran hayvanları kırbaçlamaya başlaması bardağı taşıran son damla olur ve hayvanlar ayaklanma başlatır. Ayaklanma hayvanlar için başarıyla sonuçlanır, artık çiftlik onlarındır; Beylik Çiftliği, Hayvan Çiftliği olur.

Önceleri hayvanlar özgürlüğün tadını çıkartmaktadır. Ancak Napoleon ve Snowball arasındaki anlaşmazlık, Napoleon'un yönetimi ele geçirme çabaları, gittikçe "insan"a benzeyen tavırları ve bu tavırlarının sonucunda Snowball'u çiftlikten kaçırması gibi gelişmeler nedeniyle hayvanlar için herşey daha kötüye gider. Başlangıçta insanların düşman olduğunu söyleyen ve insana benzeyen davranışları yasaklayan Napoleon, giderek bir insan gibi davranmaya ve yasakların tamamını kendisi için değiştirmeye başlar.

Ve finalde çiftlikteki diğer hayvanlar, domuzları insanlardan ayırt edemez durumdadırlar.

Bu aralar okuduğum en etkiliyici kitaplardan biri. Kitapta yer alan önsözü de okumanızı tavsiye ederim, kitabın etkisini artırıyor.

Keyifli okumalar.

22 Nisan 2012 Pazar

Antonius ile Kleopatra

İki festival filmi izledikten sonra, dışarıda deli gibi yağan yağmura aldırmadan yürüyerek gittim Oyun Atölyesi'ne. İçeri girdiğimde -dışarıdan gelen diğer insanlar gibi- sırılsıklamdım. Hemen Antre Cafe'ye geçip sıcak bir çay istedim ve kendimi kurumaya bıraktım. Oyunun başlamasına bir saatten fazla zaman vardı. Kitap okuyarak beklemeye koyuldum. Elbette her zaman olduğu gibi zaman su gibi aktı gitti ve oyun saati geldi. Huyumdur, salonunun kapısı açıldığında hemen içeri girenlerdenim. Erkenden yerime ulaşıp dekoru, etrafı ya da perdeyi izlemeye bayılırım. Bu kez görüntünün yanında sesler de eşlik etti bu keyfime. Oyuncular perde arkasında -sanırım seslerini açabilmek için- hazırlanıyordu.

Oyuna gelince, Mısır kraliçesi Kleopatra ile Antonius'un aşkını ve Antonius ile Pompeius ve Ceasar arasındaki siyasi oyunları anlatmakta. Kleopatra rolünde daha önce Vahşet Tanrısı'nda izleyip oyunculuğuna bayıldığım Zerrin Tekindor var. Sanki bu rol için yaratılmış. İnanılmaz enerjik, şımarık, aşık, keyifli ama aynı zamanda aşkının peşinden gitmeyi bilecek kadar kararlı bir Kleopatra olmuş. Antonius rolünde artık oyunculuğu için yorum yapmanın bile gerekmediği bir isim var, Haluk Bilginer. Sahnede, ekranda -hatta daha önce yolda gördüğümde bile- izlemeye doyamadığım adam. Katı ve savaşçı Ceasar rolünde Mert Fırat, Pompeius rolünde Emre Karayel ve haberci rolünde Onur Ünsal var. Kleopatra ile habercinin bir sahnesi var, bitmesin isteyeceğiniz tarzda. Bir de sürekli dinlemek isteyeceğiniz müzikler var. Hem keyifli hem hüzünlü bir hikaye.


Kleopatra : Pekala, madem gerçekten aşıksın, o zaman ne kadar onu söyle.
Antonius : Ölçülebilen aşk zavallı aşktır.
Kleopatra : Peki ya ben ölçmeye kalkarsam?
Antonius : O zaman kendine yeni bir dünya bulacaksın.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Festival Notları

Bu yıl çok fazla film izleyememiş olsam da izlediklerim arasında keyif almadığım, hoşlanmadığım bir film olmadı. Umarım bir sonraki sene çok daha fazla ve güzel film izleyebilirim(z).

Mutluluğa Boya Beni : Bir resmin içindeyiz. Ressamı tarafından bir kısmı tamamlanmayan resimde tastamamlar, yarımlar ve eskizler yaşamaktadır. Tastamamlar kendini beğenmiş tavırları ile yarımlar ve eskizlere hayatı zindan etmektedir. Yarım Clarie'e aşık olan tastamam Ramo, yarım Lola ve eskiz Tüykalem bu duruma karşı koymak, ressamı bulmak ve durumu düzeltmesini istemek için ormana doğru yola çıkar. Tabi başlarına gelmeyen kalmaz. Festivalde izlediğim en keyifli filmdi sanırım. Öncesinde çok mutsuzdum ama filmden çıktığımda keyifliydim. Tekrar izlemek gerek.

Kırışıklıklar : Emilio, emekli bir banka müdürüdür. Yaşlandığı ve bakımı zorlaştığı için oğlu tarafından özel bir bakımevine bırakılır. Bakımevi, kendini hasta hissetmeyen Emilio'ya göre bir yer değildir. Oda arkadaşının da yardımı ile keyifli vakit geçirmeyi öğrenir. Ancak farkında bile olmadığı hastalığının etkisi gün geçtikçe onu esir almaya başlar. Hüzünlü konusuna rağmen çok keyifli bir animasyondu.

Akasyalar : Kereste taşıyan bir kamyonda şoförlük yapan adam, patronunun isteği üzerine bir kadın ve beş aylık bebeğini Buenos Aires'e götürmek için yanına alır. Başta bu durumdan hiç keyif almıyor olsa da yol önlerinde akıp gittikçe birbirlerine alışmaya başlarlar. Keyifli bir yol filmi.

Masumiyet : Doktor Tomas, karısı, kızı, karısının kardeşi ve babası ile aynı evde mutlu bir hayat sürmektedir. Ancak 14 yaşındaki hastasının iftirası nedeniyle bir anda hayatları değişir. Doktor, masum olduğunu kanıtlamak zorundadır. Festivalde bu tür filmleri izlemeyi çok seviyorum. Normal şartlarda ülkemizde gösterime girmesi zor bir film. Eğer bir yerlerde rastlarsanız mutlaka izleyin derim.

Aşk Perisi : Bir otelde gece vardiyasında çalışan Dom, bir peri ile karşılaşır. Peri, kendisinden üç dilek isteyebileceğini söyler. İlk dileği bir motorsiklet, ikincisi ise sınırsız benzindir. Acaba üçüncü dileği ne olacaktır ? Keyifli bir film.

Hacivat Karagöz : 1300lü yıllarda Bursa'da geçen bir hikaye. Karagöz ve Hacivat isimli iki insanın kaderinin bir araya gelişi. Vizyondayken fırsat bulamamıştım. Bu nedenle festivalde görünce hemen bilet aldım. Hikayeyi ve görüntüleri sevdim. Bir de filmden önce Ayşen Gruda ve Ezel Akay'ın küçük bir konuşması vardı. Gayet içten ve keyifliydi.

Hudutların Kanunu : Yusuf, öğretmen Ayşe, yüzbaşı ve hudut insanlarının kesişen hikayesi. Fatih Akın ve Martin Scorsese yardımı ile yenilenmiş ve ilk gösterimi Cannes'da yapılmış bir film.

Gramofon Avrat : Türkan Şoray'ın başrolde olduğu, Sabahattin Ali'ye ait aynı isimli hikayeden esinlenen bir film. Cemile, Gramofon adıyla anılan, odalıklarda dans eden biridir. Tek güvendiği insan faytoncusu Murat'tır. Kaçırılmaya çalışıldığı bir gün Murat onu korumak için bir cinayet işler.

Prens ve Şov Kızı : Bir gösteride rol alan Elsie, grandükün tiyatroyu ziyareti ile hayatının değişeceğinden habersizdir. Grandük, takıntılı, sevgisini gösteremeyen ve sert bir adamdır. Ancak Elsie onun hayatına girmeyi ve içindeki sevgi dolu insanı kabuğundan çıkarmayı başarır.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Günün Notları

- Bu ay hiç oyun izleyemedim, mutsuzum.

- Leyla ile Mecnun olmasa Pazartesilere nasıl katlanırız bilmem.

- Gidilecek bir sürü sergi var, 20 Nisan'da da Pera Müzesine Goya sergisi geliyor.

- Madonna konser biletleri nasıl bu kadar hızlı tükendi aklım almıyor.

- Sinemada nerede bir öküz varsa benim arkamda oturmak zorunda mı ? Mısırla işkence çektirenler, ayaklarını benim koltuğuma uzatanlar, bacakları ile koltuğumu ittirenler, festivalde ise mısır yiyen tek insan arkamdaki koltuktaydı, hepsi beni mi buluyor ?

- Büyük ev ablukada konserini izledim, çok keyifliydi.

- Tiyatro festivalinde istediğim coşkuyu bulamadım sanırım bu nedenle bilet almadım ama her an karar değiştirebilirim.

- Film festivali ise gayet iyi gidiyor, şu ana kadar izlediklerim arasında sevmediğim film yok.

- İlk kez etsy ve amazondan sipariş verdim, çok mutluyum.

- Bu haftasonu hem Cumartesi hem Pazar çalışıyorum. Nasıl geçer zaman bilmem.

- John Fowles'ın Daniel Martin'i 12 Nisan'da ve Ahmet Ümit'in yeni kitabı 10 Nisan'da raflarda olacakmış.

- Okunmayı bekleyen 90 küsür kitabı 56ya düşürdüm, bu aralar hiç yeni kitap almadım. (Sevgilinin ya da arkadaşların aldıkları sayılmaz.)

- Dil kursuna başladım, yeni birşeyler öğrenmeyi, keyifli şeyler için kafa yormayı çok özlemişim, ilaç gibi geldi.

- Kadıköy'le de barıştım kurs sayesinde. Şimdi aramız iyi.

- Starbucksta soğuk içecek sezonunu dün itibariyle açtım benim için bahar resmen başladı.

- Yaz konserleri de yavaş yavaş açıklanıyor. Haziran'da Zaz, Eylül'de Red Hot Chili Peppers ve Leonard Cohen bu diyarlarda olacakmış.

- Bu kadar gevezelik yeter sanırım :)

18 Mart 2012 Pazar

Haftasonu

Cumartesi

Dört saat uyku, sabahın erken saatlerinde kurs, yeni bir dil öğrenmek ve bunu yaparken çok eğlenmek, Kadıköy, festival kitapçığı, filmler, simit almak için pastaneye girdiğin anda çok sevdiğin şarkılardan birinin çalması, kurs çıkışı eve koşturmaca, festival biletlerini almaya çalış, dokuz filme bilet al, istediğin kadar değil ama olsun, hazırlan, işe gitmek için evden çık, bu esnada internetten aldığın bilezikler gelsin, görevli sana iki paket uzatsın biri tamamen sürpriz, paketten çıkan hediyeler çok tatlı ama daha güzeli kartpostaldaki "daktiloyu görünce aklıma sen geldin" notuna mutlu ol, birisi seni önemsiyor, işe gitmek eskisi kadar zor değil çünkü mutlu olmak için birçok sebebin var bugün.




Pazar

Bu kez dört buçuk saat uyku, kurs, yolda müzik, eski bir arkadaşı görmek, mis gibi sabah çayı, yine eğlenmek ve öğrenmek, yeni arkadaşlar, kurs çıkışı otobüste etrafı seyret ve kırmızı bir mustang gör en sevdiğinden, evde aile ile 5 çayı, televizyonda izlenen Türk filminde kırmızı mustang'in benzerini gör, gülümse, klasik pazar akşamı yemeği, herkes keyifli ve birlikte, yeni bir kitaba başla, okunmamış kitap sayısının azaldığını gördükçe mutlu ol çünkü yenilerine yer açılıyor, çay, Behzat Ç.


O zaman yazının şarkısı şu olsun...

11 Şubat 2012 Cumartesi

Bu aralar...

Uzun uzun anlatmak isterdim ama bu aralar kitap okumak ve dizi izlemek dışında keyifli zaman geçirmedim. Bu nedenle yine fotoğraflarla anlatayım geçtiğimiz haftaları...




















23 Ocak 2012 Pazartesi

Günün Notları

- Uzun zamandır "günün notları"nı yazmadığımı üzülerek farketmiş bulunmaktayım. O zaman biraz gevezelik edelim...

- Yıllık izinden sonra işe hızlı bir başlangıç yaptım. Bir haftada iki kat yoruldum.

- Biliyorum çok soğuk, trafik kötü, doğalgaz faturası cebinizi yakacak ama yine de çok güzel görünmüyor mu İstanbul karlar altında ?

- 123 dinliyorum bugünlerde. Geç keşfettim ama aradaki farkı kapatmaya çalışıyorum. Özellikle "Again"i dinleyiniz.

- Yeni yılda kullanmak için iki tane süper defter alan ben ama kullanmaya kıyamayan yine ben. Biliyorum yalnız değilim !

- 123, Melis Danişmend ve Elif Çağlar'ı canlı dinlemek istiyorum ama zaten kısıtlı olan konser programlarında da ben çalışıyor oluyorum.

- İlyada'yı okuyorum ama aradığımı tam olarak bulamadım sanırım.

- Bu aralar okuduklarımdan aklımda kalanlar;

Raydan Çıkanlar - James Siegel : Filmini biliyor olabilirsiniz. Ben henüz izlemedim. Kitapta sabah işe gitmek için binmesi gereken treni kaçıran bir adamın başına gelenler anlatılıyor. Bir gecede bitirdim, bence sürükleyici bir kitaptı.

Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey - Marc Levy : Esasında yazarın kitaplarını severim. Bu kitapta eksik birşeyler vardı sanki ya da benim tadım yoktu, bilemedim.

Dokuz Öykü - J.D.Salinger : Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün, Sarsak Dayı Connecticut'ta, Eskimolarla Savaştan Hemen Önce, Gülen Adam, Teknede, Esme İçin-Sevgi ve Sefaletle, Yeşil Gözlüm Al Dudaklım, De Daumier-Smith'in Mavi Dönemi ve Teddy isimli öykülerden oluşan kitap. Tiyatro öncesi yolculuklarımda, otobüste eşlik etti bana. Hepsini sevdim ama "Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün" başka.

Tehlikeli İlişkiler - Choderlos De Laclos : Şehir tiyatrolarındaki aynı isimli oyunu bir senedir izleyemedim. Kitabı da uzun süre önce almıştım yeni okuyabildim. Vicomte de Valmont ile Marquise de Merteuil isimli ana ve diğer yardımcı karakterlerin mektuplarından oluşan bir kitap. Aşk, entrika, kadın-erkek ilişkileri, ahlak, intikam gibi duyguların çevresinde insanları tuzağına düşüren bir kadın ve bir erkek karakterin neler yaptığına çok şaşırabilirsiniz. Mektuplardan oluşan bir kitap herkese çekici gelmeyebilir ama bu kitap mutlaka okunmalı. En kısa zamanda oyunu da izlemek istiyorum.

- Bugünlerde sürpriz yumurta alan ve içinden şirinlerden biri çıktığında sevinç çığlıkları atan birini görürseniz korkmayın, zararsızdır :)

- Vahşet Tanrısı isimli oyunu izleyip sevenlere aynı konuyu anlatan ve mükemmel bir kadrosu olan "Carnage" isimli filmi tavsiye ederim. Sinemada izleyebilmek için Beykoz'dan Şişli'ye gittim. Ancak maalesef vizyonda uzun süre kalamadı.

- Şu aralar sabırsızlıkla beklediğim film de -The Artist- haftaya vizyona giriyor.

- Geçtiğimiz hafta evde de güzel filmler izledim. Klasiklere bayıldığım için onlardan birkaç tanesini paylaşayım;

Trouble in Paradise (1932), muhteşem bir film. Birbirine aşık iki hırsızın başına gelenler diye özetleyelim. Uzun uzun anlatmak filmden alınacak keyfi azaltabilir. Mutlaka bulun ve izleyin derim. Tabi hala izlemediyseniz.

The Awful Truth (1937), basit bir sebepten kavga eden ve boşanmak için mahkemeye başvuran çiftin boşanma öncesindeki komik halleri. Cary Grant yine çok eğlenceli bir rolde. Film, en iyi yönetmen oscarına da sahipmiş. (bkz:ekşisözlük)

M (1931), şehre korku salan çocuk katili günlerdir bulunamamıştır ve kaybolan çocuk sayısı artmaktadır. Polisler halkın tepkisinin de etkisiyle aramaları artırır ve sürekli baskınlar düzenler. Ancak bu durumdan şikayetçi olan bir grup vardır, hırsızlar. Baskınlar nedeniyle işlerini yapamazlar. Liderleri eşliğinde bir ödül koyarak dilenciler ve sokaktaki evsizlerden yardım isterler. Polisten önce katile ulaşmak tek amaçlarıdır. Bu grup katili kör bir balon satıcısı sayesinde bulur ve bir binada köşeye sıkıştırır. Bu durumdan polisin de haberi olur. Polisler gelmeden hırsızların katili bulmaları ve binadan çıkartmaları gerekmektedir. Fritz Lang'i hayatımda en çok etkilendiğim filmlerden biri olan Metropolis ile tanımıştım. Bu referansa rağmen M'yi izlemeyi neden bu kadar geciktirdim bilmiyorum ancak kesinlikle tavsiye ederim. Her karesini çözümlemeyi ve anlatmayı çok isterdim. Ancak hem eksik kalır hem de okuyanlara haksızlık olur.

Camille (1936), daha önce şurada bahsettiğim ünlü kitaptan uyarlama bir film. Uyarlama olarak başarılı diyemiyorum çünkü eksik noktaları var ancak kendi başına bir film olarak düşünüldüğünde gayet iyiydi.

- Okunacak kitap sayısını 77ye indirdim. Bu sene hedefim 100 kitap okumak.

- İbb şehir tiyatrolarının Şubat 2012 programı açıklandı.

- İf İstanbul programı da yarın açıklanacakmış.

- Pera Müzesi'nin "Konstantiniyye'den İstanbul'a" isimli sergisini çok merak ediyorum.

- Dali sergisine de hala gidemedim.

- Bu kadar gevezelik yeter sanırım.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Biraz Daha Tiyatro




Tiyatro, film, kitap ve uzun zamandır istenen, beklenen bir konser... Geçen hafta böyle geçti.


Fare Kapanı - Tiyatro Akla Kara

Oyun, Agatha Christie'in kitabından uyarlama. Henüz okumadığım için karşılaştırma imkanım yok. Ancak sahnede gerçekten başarılı bir oyun izlediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Kadıköy'de Tiyatro Akla Kara'nın kendi sahnesinde izledim. Fazla büyük olmayan, samimi bir mekan. Her oyunda olduğu gibi kapılar açıldığında hemen koltuğuma geçtim, sahneyi ve dekoru seyredebilmek için. Koltuklar sahnenin hemen önünden başlıyor ve sahne ile aynı yükseklikte olduğu için sanki evinizin salonunda oynuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Oyunun dekoru gerçekten başarılıydı. Beklerken süreyi hatırlatan anons da oyuna özel hazırlanmış ve gerçekten iyi düşünülmüştü.

Oyun, bir malikanenin konukevine dönüştürülmesi ile başlıyor. Gelen konukların neredeyse tamamı yıllar önce işlenen bir cinayet ile bağlantılı çıkıyor. Finali de -her Agatha Christie kitabında olduğu gibi- şaşırtıcıydı. Şahsen ben katili doğru tahmin edemedim. Özellikle Agatha Christie tarzını sevenlerin mutlaka izlemesini tavsiye ederim.

Alevli Günler - İstanbul Halk Tiyatrosu

Geçtiğimiz yıldan beri peşinde koştuğum, bir türlü uygun mekan ve zamanı yakalayamadığım oyun! Sonunda yıllık iznime denk gelen bir tarihte Taksim'de olduğunu gördüm ve hemen biletimi aldım. Kötü hava, elektrik kesintisi ve metronun çalışmaması gibi olumsuz koşulları bile umursamadan Beykoz'dan Taksim'e gittim izleyebilmek için. Ama iyi ki gitmişim.

Çocukluğundan beri ayrılmamış üç arkadaşın hikayesi. İçlerinden birinin garip bir isteği ve bunu gerçekleştirmek için çırpınmaları. Gerçekten keyifli bir oyundu, bol bol güldük.

12 Ocak 2012 Perşembe

Biraz Tiyatro



Geleneksel kış dönemi iznimi almış bulunmaktayım. Akşam vardiyasında çalışmam nedeniyle gidemediğim oyunlara öncelik tanıdım yine. Haftaiçi akşamlarında dışarıda olmayı özlemişim. Şimdilik üç tane oyuna ait yorum paylaşıyorum. Devamı haftasonu gelecek.


Surname 2010 - İbb Şehir Tiyatroları

En sevdiğim tiyatroculardan biridir Yiğit Sertdemir. (Diğeri için bkz: Berkun Oya) Yazdığı, yönettiği, oynadığı oyunun adına bile bakmam biletimi alırım. O kadar kesin bir referanstır benim için. Surname 2010'u geçen sene izlemek istemiş ancak elde olmayan sebeplerle kaçırmıştım. Bu kez ismini gördüğümde sevmediğim bir sahnede oluşuna aldırmadan aldım biletimi.

Oyunun konusunu anlatmayacağım. Tek söyleyeceğim mutlaka gidin, Şakbaz'ı, Şakendam'ı, Sühendan'ı, İstanbulbazlar'ı ve diğerlerini keyifle izleyin.


Karanlık İşler - İstanbul Devlet Tiyatrosu

Bir kulüpte dansçı olarak çalışan Mandy, aynı zamanda kulübün sahibi Koca Mack'in sevgilisidir. Mack, her haftasonu tüm hasılatın toplandığı ve aynı zamanda Mandy'nin yaşadığı eve gelir. Ancak Mandy yeni tanıştığı Gerry'e aşık olmuş ve onu evine getirmiştir. Mack gelmeden önce komşusu Tania'nın da yardımı ile Gerry'i evden çıkartmaya çalışır. Ancak işler daha da karışacaktır...

Çok büyük kahkaha beklentileri ile gitmediğiniz taktirde gayet keyif alabileceğiniz bir oyun.


444 - Kumbaracı50

Yiğit Sertdemir'in hem yazdığı hem de oynadığı oyunlarından biri. Hatırlatma merkezi olarak çalışan ve dört milyonun üstünde kullanıcısı olan bir kurumun çağrı merkezinde ve gece vardiyasında geçiyor. Gülhan Kadim, burada uzun zamandır çalışan eleman ve Yiğit Sertdemir ise çömez eleman rolünde. Daha ilk gününde işlerin karışmasına tanık oluyor. İlk çağrılarda, doktor randevusunun hatırlatılması gibi şikayetlerle karşılaşan elemanlarımız ilerleyen dakikalarda garip isteklerle ve yardım talepleri ile karşılaşıyor. Sistemde yaşanan bir sorun karşısında acele karar vermeleri ve geceyi sorunsuz atlatmaları gerekiyor. Peki nasıl ? Sorunun cevabı oyunda.

Eski bir çağrı merkezi çalışanıyım. Oyun esnasında o günleri yeniden yaşadığımı söyleyebilirim. Orada karşılaşılan çağrıların ne kadar absürd olabileceğini tahmin etmek imkansızdır ancak yaşayarak görebilirsiniz. Yiğit Sertdemir, sanki daha önce çağrı merkezinde çalışmış biri gibi yazmış. Bu oyunu mutlaka izleyin, pişman olmazsınız.

Bir de küçük öneri ; Kumbaracı50nin tam karşısında Alaylı Kafe isimli şirin bir kafe var. Toplamda dört masadan oluşuyor. Ancak sıcacık bir ortamı, güler yüzlü iki çalışanı ve sevimli bir kedisi var. Duvarlarda fotoğraflar, fonda muhteşem şarkılar, tiyatro sohbetleri, çok lezzetli çay ve kurabiyeleri var. Aldığım fişte Gülhan Kadim Sertdemir ismi geçiyor, sanırım ona ait. Oyun saatinden önce mutlaka orada bir çay içmenizi tavsiye ederim.